20 Şubat 2012 Pazartesi

BAŞ AĞRILARI


Baş ağrısı çok çeşitli hastalıklarla birlikte ortaya çıkabilen bir belirtidir. Genellikle basit rahatsızlıkların, ama bazen de ağır hastalıkların belirtisidir ve bu nedenle küçümsenmemelidir. Baş ağrısının nedenlerinin aydınlatılması çok önemlidir.
Tıbbi uygulamada baş ağrısının birbiriyle ilişkili üç ana biçiminden söz edilir: Bütün başın içinde tam bir ağrı¬nın görüldüğü olgular, yüzeysel nitelikte ağrının bir duyu siniri boyunca yayıldığı olgular ve başın genellikle bir ya¬nında migren tipi ağrının görüldüğü ol¬gular. Migrende ruhsal ve görsel bozukluklarla bulantıve kusma gibi genel belirtiler birlikte görülür. Baş ağrıları bir başka ölçüte göre de iki grupta toplanır. Birinci grupta tanısı yalnız hastadan alınan öyküye dayanan migren ve gerilim tipi baş ağrıları yer alır. Öbüründe ise tanının muayene ve bazı incelemelerle konduğu kafaiçi hastalıksüreçleriyle, genel hastalıklarla ya da yerel hastalıklarla birlikte görülen baş ağrıları bulunur bir süre için bir gözde görme alanını sınırlayan canlı bir ışık çizgisi (parıltılı skotom) belirir; bu görme kusuru başın karşı tarafında ağrı başlayınca ortadan kalkar.
Ağrı şiddetli, zonklayıcı ve ilerleyici özelliktedir. Başlangıçta gözün üzerinde yoğunlaşır, sonra şakak bölgesine yayılır. Migrenin tuttuğu baş yansında deri duyarlığı artmıştır; deriye dokunmak ya da en küçük baş hareketleri ağrıyı başlatabilir. Hasta ses ve ışığa karşı da aşın duyarlılaşır; bu nedenle sessiz ve karanlık bir ortam ister. İştahsızlık görülür. Bulantı, kusma ve halsizlik sık görü¬len öbür belirtilerdir.
Migren nöbetlerinin süresi çok değişkendir; kısa süreli nöbetler birkaç saatten 12-24 saate kadar, ağır migren nöbetleri ise birkaç gün sürebilir.
Aşırı idrar çıkartılan hızlı bir çözül¬me dönemiyle nöbet biter. Migrenden hiçbir iz kalmayan hasta normal yaşa¬mına döner.
ÇEŞİTLİ BAŞ AĞRILARI
Baş ağrısının birçok çeşidi vardır. Baş ağrısıyaralanma, iltihap, tümör, damar bozuklukları gibi yerel ya da metabolizma hastalıkları,zehirlenmeler, yüksek tansiyon gibi genel nedenlerle ortaya çıkabilir. Ruhsal gerginlik ve çatışmalardan ya da yorgunluktan kaynaklanabilir. Çeşitli anatomik yapıların uyarılması da baş ağrısına neden olur. Bunlar arasında başın derisi ve derialtı dokusu, kafadaki kaslar, kafatasını Örten bağ dokuyapısındaki zar, kafatası içindeki toplardamarsinüsleriyle bunlara dökülen büyük toplardamarlar, beyin ve omuriliği saran zarlarla (meninks) onlan besleyen atardamarlar, ağrı uyarılarnı merkeze taşıyan kafa sinirleri lifleri, trigeminus, dil-yutak ve vagus sinirleri ile İlk üç boyun omuru siniri sayılabilir.
Ayrıca burun, kulak ve göz hastalıkları baş ağrısı yapabilir. Traksiyon (çekme) tedavisi, ağrıya duyarlı damar, sinir, meninks gibi anatomik yapıların gerilmesi ve/ya da baskıya uğraması da baş ağrısını başlatır. Organik nedenlerin yanında ruhsal ve duygusal nedenlere bağlı baş ağrıları da vardır. Bunaltı, ruhsal çöküntü ve histerik olgularında baş ağrısı çok sık görülür. Bazı kişilik özellikleri de baş ağrısı olasılığını artırır. Baş ağrısına eğilimli insanlar genellikle sıkıntılı, katı, yalnızlığı seven, üstbenliği fazla gelişmiş, kusursuzluk arayan ve sürekli hoşnutsuzluk içinde kişilerdir. Baş ağrısı bilinçaltı ruhsal çatışmaların bir dışavurumu da olabilir; uzun süre bastırılmış düşmanlık duygularının bedensel yakınmalara dönüşmesiyle ortaya çıkabilir. Organik ve ruhsal-duygusal etkenlerin yanı sıra birçok baş ağrısını beyin damarlarının noradrenalin, adrenalin, serotonin, histamin gibi sinir ileticisi kimyasal maddelere aşırı duyarlılık kazanmasına ve ağrı kesici özellikteki endorfin salgısının azalma¬sına bağlayan bir kuram gittikçe ilgi toplamaktadır.
Tedavi
Baş ağrısı çok çeşitli ve karmaşık nedenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Ama ilgili yapıların geçici ya da kalıcı hastalıklarının ve baş ağrısı yapabilecek genel ve yerel hastalıkların doğru tanısı, tedavi açısından çok önemlidir. Tanıya yardımcı olabilecek hiçbir ayrıntı göz ardı edilmemelidir.
Tedavi yöntemi büyük ölçüde tanıya bağlıdır. Baş ağrısı yalnızca çeşitli ilaç ve genel önlemlerle hafifletilebilen bir belirti değildir; Öncelikle onu yaratan nedenin bulunup giderilmesi gerekir.
Bununla birlikte temel nedeni bulmak genellikle çok zordur; dolayısıyla da tedavide çoğu kez deneme-yanılma yöntemine başvurulur. Bu yöntem ancak temel bir ilkenin gözetilmesi koşuluyla uygulanabilir. Yani bütün ilaçların zehirleyici etkisi olduğu dikate alınarak hekim gözetimi altında sürdürülen tedavide en hafif etkili ilaçla başlanarak en ağır etkisi olana doğru adım adım ilerlenmesi zorunludur. Kuşkusuz ilaç tedavisinden önce ve onunla birlikte hekimle hastanın el ele vererek hastalığı önleme olanaklarını araştırmaları ve hastanın ilaç dışı savunma yeteneklerini geliştirmeye çalışmaları gerekir.
Birçok baş ağrısı aşırı beslenmeye ve özellikle çok miktarda alkol almaya bağlıdır. Bu durum saptandıktan sonra önlem alınması kolaylaşır. Besin alerjisinin bazen örtük biçimde de olsa sık sık baş ağrısına yol açtığı unutulmamalıdır.
Başta tahıllar, portakal, yumurta, çay, kahve, çikolata, süt, et, buğday, şeker (şekerkamışı şekeri) ve maya olmak üzere çeşitli besinler alerji sonucu baş ağrısı yapabilir. Baş ağrısının besin alerjisinden kaynaklandığı kuşkusu varsa hastaya en az bir hafta boyunca yalnız alerji yapma olasılığıdüşük besinler verilir. Ardından alerji yapan besinleri saptamaya yönelik bir plan uyarınca bu besinler yavaş yavaş beslenme programına alınır. Böylece alerji yapan besinler saptanır ve bunlar beslenmeden çıkarılınca baş ağrıları ortadan kalkar. Alerji kökenli baş ağrılarının doğum doğum kontrol hapları, sigara dumanı ve migren tedavisinde kullanılan ergotamin (bir çavdarmahmuzu alkaloiti) gibi ilaçların etkisiyle arttığı ya da daha kolay başladığı da unutulmamalıdır.
Düzenli yaşama, aşırı içki ve sigara¬dan kaçınma, yeterince dinlenme, rahat bir ortamda çalışma ve arada yeterli be¬densel etkinlik yapma gibi genel önlemler baş ağrısında çok yararlıdır. Hoşgö¬rü ve içtenliğe dayalı insan ilişkileri de günümüz dünyasında zor bulunmakla birlikte hastaları çok rahatlatır.
İlaç tedavisine gelince, bu konuda izlenebilecek birçok program vardır. Ayrıca hastaların kendi kedilerine ilaç kullanmaları çok yaygındır. Ama ne kadar yaşanmış deneyimlere dayanırsa dayansın her tedavi yönteminin eleştiriye açık yanları vardır ve hangi ilaca öncelik tanınırsa tanınsın, en zararsız görülen ilacın bile istenmeyen etkileri olabileceği unutulmamalıdır.
Aşırı yorgunluk, geçici çatışmalar gibi nedenlere bağlı olağan baş ağrıları 24 saat içinde ağızyoluyla üç dört kez 0,5 gr aspirin alınarak geçirilebilir; bu arada baş ağrısını kolaylaştıran alkol, sigara, ruhsal karışıklık gibi etkenlerden korunmak gerekir. Âdet öncesi görülen baş ağrısı, adet kanamasından önceki sekiz gün boyunca idrar söktürücü bir ilaç alınarak Önlenebilir; bu yöntem baş ağrısını hazırlayan sürecin âdet öncesi dönemde vücutta sıvı tutulması olduğu varsayımına dayanır. İdrar söktürücü alınırken aynca sıvı ve tuz alımı sınırlanmalıdır. Doğum kontrol hapları da dikkatle kullanılmalıdır. Doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda baş ağrıları sıklaşır ve şiddetlenir. Âdet öncesi sendromda olduğu gibi bu durumda da baş ağrısının nedeni prolaktin salgısının artması olabilir; prolaktin salgısı bu kez haplardaki hormonların etkisiyle arttığından doğum kontrol hapı kullanımına son verilmelidir.
Boyun omurlanmn artrozuna bağlı olarak özellikle sabahları artkafa bölgesinde duyulan şiddetli baş ağrısı, 0,5 gr aspirinle hemen geçebilir. Ancak boyun omurlarındaki hastalığı beden eğitimi ve fizik tedaviyle gidermek daha doğrudur. Kas gerilimine bağlı baş ağrıları sıcak banyo, hafif masaj ya da kas gevşetici ilaç¬larla gerginliğin giderilmesiyle iyileşir.
Baş ağrısını başlatan ya da şiddetlendiren nedenlerin öncelikle ruhsal-duygusal nitelikte olması durumunda psikoterapiye başvurulmalıdır.
• Akupunktur- Akupunkturla ağrı giderilmesinin biri refleks, öbürü sinir-salgı sistemi etkisine bağlı olmak üzere iki ayn yolu vardır. Refleks yoluyla etki, belirli bir bölgeye verilen özgül bir uyarıya sinir sisteminin yanıtıdır.
Bu yanıt ilgili organın duyu, gerginlik, hareket ve damarlanmasında değişiklik yaparak ağrıyı giderir. İkinci yol akupunktur uyarısıyla organizmada endorfinlerin belirgin biçimde artmasıdır. Endorfinler beyinde üretilen morfin kadar güçlü ağrı kesici maddelerdir. Belirli noktalar akupunkturla uyarıldığında sinîr-iç salgı sistemi harekete geçerek ağrı uyarısının etkisizleştirilmesini sağlar. Akupunktur ağrı yerindeki ya da uzağındaki standart noktaların 30 dakika süreyle 4-10 kez uyarılması biçiminde de uygulanabilir. En başarılı (yüzde 75) sonuçlar kas gerginliğine bağlı ağrılarda elde edilmiştir; bunu migren (yüzde 50) ve bileşik etkenli baş ağnlan (yüzde 35) izler. Akupunktur uygulaması bütün hastalarda ilaç kullanımını azaltmaktadır.
• Hipnoz- Hipnoz ağrı kesici olarak anestezi, psikoterapi ve hastayı gevşeme amacıyla kullanılabilir. Otonom si¬nir sistemine ve bilinçaltına doğrudan girilerek içgüdüsel eğilimlerin açığa çıkarılmasım sağlar. Hipnotik yanıt beynin düş gücü ve düş kurmayla ilgili sağ yarısının bir İşlevi olabilir. Baş ağrısı çeken bir hastada hipnozun amacı ağrıyı ortadan kaldırmak ya da hafifletmektir. Bunun için hastaya, baş ağrısına en uygun biçimde müdahale etme yeteneği kazandırılmaya çalışılır. Böylece hasta ağrı uyarısını algılar, ama acı duymaz ve nöbetlerini daha iyi denetlemeyi öğrenir (otohipnoz). Hipnoz psikoterapide de kullanılır.
Davranış tedavisinde doğrudan telkin edici hipnoza ve duyarsızlaştırma yöntemlerine başvurulur. Hipnoanalizde hastanın olayın geçtiği yeri düşlemesi, düşlerini ortaya koyması, o ana ilişkin duygularını canlandırması, deneysel çatışmaları yaşaması ve geçmiş yıllara dönmesi amaçlanır. Psikosomatik tıpta hipnoz bedende birikmiş enerjiyi harekete geçirmek ve benliğe doğrudan ulaşmak amacıyla da kullanı¬labilir, Ama hipnoz mucizeler yaratan bir teknik değildir; hastayı çok iyi tanımayı, belirtilerini anlamayı gerektirir.
• Biyolojik geribesleme: Biyolojik geribildirim olarak da bilinen bu yöntem ağrı tedavisinde son yıllarda kullanılmaya başlamıştır. Hastanın fizyolojik işlevlere ilişkin bilgi edinmesine ve bu işlevleri denetlemeyi öğrenmesine dayanır. Böylece hasta kendi iyileşme sürecini kendi yaratır. Biyolojik geribeslemenin çeşitli uygulama alanları vardır. Psikolojide bunaltı tedavisinde ve genellikle psikoterapiyle birlikte uygulanır. Raynaud hastalığı gibi iç hastalıklarında da yararlı olabilir. Baş ağrısı tedavisinde ise özellikle yüz güldürücü sonuçlar verir. Biyolojik geri besleme yöntemi migrende vücut sıcaklığını denetlemenin, gerilime bağlı baş ağrılarında ise kas gerginliğini azaltmanın öğrenilmesine dayanır. Elektronik olarak izlenen bu etkinliklere ilişkin bilgiler anında hastaya iletilir. Örneğin migrende hasta çevresel damar genişlemesinin göstergesi kabul edilen deri sıcaklığını denetlemesini öğrenir. Vücut sıcaklığında bir artış sağlayarak damar etkinliğini kendiliğinden denetler ve böylece baş ağrısını başlatan damar büzüşmesini giderir. Yönetimin başarı oranı yüzde 60 gibi oldukça yüksek bir düzeydedir. Gerilime bağlı baş ağrısında biyolojik geri-beslemenin amacı kas gevşemesini sağlamaktadır. Şiddetli kas gerginliği bulunan hasta bunu normale dönüştürmeyi öğrenir. Biyolojik geribeslemenin başarısı uygulanan yönteme, ruhsal etkenlere, plasebo ve tedavi eden uzmanın has¬ta üzerindeki etkisine göre değişebilir.
Nedeni Bilinmeyen (Birincil) Baş Ağrıları

Migren
Nöbetler halinde gelen ve nedeni tam bilinmeyen bir baş ağrısıdır. Akut gidişlidir. Genel nüfusun yaklaşık yüzde 2-5′inde görülür. Ağrı genellikle tek yanlıdır; bulantı, kusma yapar ve saatlerce sürebilir. Migrenin bazı beyin moleküllerinin metabolizmasındaki genetik bir kusurdan kaynaklandığı sanılır. Bu durum kafaiçi damar sisteminin zayıf kalmasına, dolayısıyla da damar genişlemesi ve büzüşmesiyle migrenin belirmesine neden olur.
• Salkım tipi baş ağrısı
Genellikle erkeklerde görülen nedeni bilinmeyen ve az rastlanan bir baş ağrısı biçimidir. Uzun iyilik dönemlerinden sonra sık nöbetler halinde ortaya çıkar; belli bir dönem boyunca birbirine yalan aralıklarla gelen bu nöbetler sallama benzetilmiştir. Ağrı genellikle kaş kemeri üzerindedir; şiddetli, zonklayıcı ve kısa sürelidir. Bulantı, burun akıntısı ve yüzde kızarmayla birlikte ortaya çıkar.
• Nedeni bilinmeyen kronik baş ağrıları
Nedeni bilinmeyen baş ağrılarının yüzde 50’si kroniktir. Bu tip baş ağrısı süreklidir ya da her gün vardır. Kafaİçİ yapılarda kronik iltihapla ortaya çıkan kronik konjestif baş ağrıları ve boyun kaslarının ağrılı gerginliğiyle birlikte görülen kas gerilimi baş ağrıları bu gruba girer.

Tiroit bezinin çeşitli nedenlere bağlı olarak büyümesine “Guatr” denir. Tiroksin hormonunun yapısına giren iyot besin, su vesolunum yoluyla vücuda, oradan da tiroksin sentezine katılır. Denize yakın, deniz havasını alabilen bölgelerin havasında ve suyunda insanın gereksinimini karşılayabilecek düzeyde iyot bulunur. Buna karşılık denizden uzak ya da dağlık bölgelerin içme sularındaki iyot miktarı yetersiz düzeydedir. Bu bölgelerde yaşayan insanların kanındaki iyot düzeyidüşük olur. Düşük kan iyotu ise tiroksin hormonu sentezinin azalmasına neden olur, Bu azalma tek tek hücre ve folikül düzeyinde olmaktadır. Organizma normal tiroksin gereksinimini karşılamak amacıyla bu kez tiroksin sentez eden hücrelerin ve foliküllerin sayısını çoğaltma yoluna gider. Bu ise tiroit bezinin büyümesine yani “Guatr”a yol açar. Bu hastalarda başlangıçta tirotropin düzeyi normaldir. Öyle ki tiroit bezinin normal tirotropin düzeyine karşın büyümesi, tiroit bezinin yetersiz iyot düzeyi durumunda tirotropine aşın duyarlılık kazanmasıyla açıklanmaktadır. Guatrın başlangıç dönemlerinde büyümüş olan tiroit bezi kitlesi, vücudun tiroksin hormonu gereksinimini karşılayabilir. Fakat bir süre sonrahormon yapımı yetersiz kalır ve bir tiroksin azlığı tablosu yani bir “Hipotiroidizm” gelişir
Bazı bölgelerde ise yeterli iyot miktarına karşın, guatr yine de gelişebilmektedir. Buna en iyi örnek ülkemizin Karadeniz Bölgesi’ndeki guatr vakalarıdır. Bazı bölgelerde ise suda yeterli iyot bulunmasına karşın, guatr vakalarına çok rastlanır. Çünkü Karadeniz halkı “Kara Lahana” denilen bir sebzeyi çok yerler. Kara lahanada ise “Guatr yapıcı” (guatrojen) denilen maddeler bulunur. Bu maddeler kandaki normal iyot düzeyine karşın tiroksin hormonunun yapımını engellerler.
Bilindiği gibi, tiroksin yapımı azalmış olan organizmada zamanla guatr gelişir. Bu hastalarda guatr, tiroksin düzeyini normal tutmaya çalıştığı ve bunda da önemli ölçüde başarıya ulaştığı için tiroksin hormonu eksikliği ve buna bağlı klinik guatr belirtileriortaya çıkmaz. Fakat büyük guatrlar nefes borusu (trakea) ve yemek borusuna (özofagus) baskı yaparak solunum güçlüğüve yutma güçlüğüne neden olabilirler. Guatrın tedavisi ve önlenmesi çok basittir. Denizden uzak bölgelerin içme suyuna ve sofra tuzuna belli oranlarda iyot katılarak hastalığın ortaya çıkması engellenebilir. Kara lahana, şalgam gibi içinde guatr yapıcı maddeler bulunan besinlerin daha dikkatle kullanılması etkin bir koruyucu önlemdir. Tiroksin hormononun ve/veya iyodun dışardan verilmesi tedavinin temelini oluşturur. Bu tedaviler sonucu büyümüş olan tiroit bezi, yani guatr geriler. Çok büyük ve baskıya neden olan guatr vakalarının bazılarında ise baskıyı kaldırmak amacıyla cerrahi girişime baş vurulabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder